Sevgili Dünya…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sevgili Dünya ,

Geçen gün , Musa’nın kitabına bakınıyordum. Mezmurlardan 71. bölüm açıldı elimde ve dilim bilhassa beşinci bölümü çok sevdi: “Çünkü ümidim sensin ya Rab Yehova / Gençliğimden beri güvendiğim sensin…” Bak işte, orada “Gençliğimden…” cümlesi var ya, işte o dostum Dünya, beni ziyadesiyle allak bullak ediyor; ancak olumlu anlamda. Mezmurlarda Rabden dayanılacak ve sığınılacak kaya ve hisar olarak bahsediliyor. Ve işte BtŞ bunu da seviyor sevgili Dünya… Rabbini kayada, hisarda, dağda ya da karanlık çölde gökte bulmayı seviyor…

Btş bugün bir de, o derin sıkıntı anlarından birini yaşarken, kulağına “healing the pain” gibi bir müzika ilişti. State Radio, söyleyen çocuklar, şarkının adı “Keepsake”. Sonunda bir yerde diyorlar ki, “You’re gonna keep my soul it was yours to have long ago” ( Ruhum sende kalacak, zaten uzun bir zaman önce senindi). BtŞ bütün gün bu dizeyi mıraldandı Dünya; çünkü sana iliştirilmiş hazır-yapım teneke kutulardan patlamak üzere. Topyek’ûn bir meteor çarpmasını falan özler durumda buluyor kendini sık sık. Ammawelakin, şarkının bu dizesi sonucu BtŞ, akşam evinde kendini elinde Tevrat’la oturur buldu. Doğru Mezmurlar’a gitti; bakındı ve 31. Mezmur’un 5. bölümü çelindi gözüne: “Ruhumu eline bırakıyorum / Ya Rab, hakikat Allah’ı, beni kurtardın…”

Ve işte bundan sebep Dünya, anladı bugün BtŞ ki, sen de en az fail olmayan fail kadar yersiz-yurtsuzsun ve hatta devasa bir organsız bedensin. Sonsuz sonlu sayıda çokluğa ev sahipliği yaptın hem de onları yersiz-yurtsuzlaştırdın. Ne çok enerji ne çok emek ne çok gözyaşı ne çok yorgunluk ne çok kahır… Bilmiyorum ama Dünya, BtŞ iyiden iyiye inanıyor artık biliyor musun? Neye mi? Senin tarafından emzirilmiş bozguncu çocuk olduğuna… Sen onun süt-annesisin, o sebepten seni çok seviyor. Bu onda kadim bir sevgi-hal yalnız. Araya giren onca kesintisaçmalıkacıyabancızırvalık onlardan ötürü soğudu aranız, mesafe kattınız ardaranıza. Aslında hiçbir zaman açılmadı ArAnız, sadece BtŞ’ye öyle geldi… Şimdi O, yanında duran birine dokunurken bile, garip bir hal hasıl oluyor. Nasıl mı? Şöyle ki…

Varlık, yokluğun zıddı değil sanki de ne? Hani yokluk dediğin kapsayıcı-kavrayıcı ve işte ona iliştirilmiş sonsuz sayıda, beş duyumuzla algıladığımız ve algılayamadığımız suretler var… Ahanda buradan çıkar işte, işrâkın efendisi! Işık yani nur dediğin melekûtun katındandır. O her yerdedir, ancak senin bilebildiğin kendi idrakin, kendi karanlığından arta kalan kadardır. Ammawelakin bu da basit bir toplama-çıkarma eylemi değildir. Yokluk da yok aslında, yokluk sandığın senin karanlığın… Aydınlanman ise, sezgisel, nedenyoksonuçvar… Hollandalı’yı anımsasana ya da İspanyol’u…

Sevgili sütannem Dünya, burada bahsi kessem kızmazsın di mi bana? Yine bir yarılma-eşik… Şimdi uzun uyusam ve bu aralıktan sadır olacak olan, yersizyurtsuzlaşsa ya bende sabah denilen vakte ulaşıncaya kadar! Bu arada, sen hakikat-oluşsun hatta …-oluşsun di mi sevgili sütannem? Hem merkezinde ve “O” hem de kıyısında ve “O” değil…

‘İbn-i Zerâbî’

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Comments are closed.